SÜNNETE TÂBİ OLMAK, BİDATTEN KAÇINMAK

İmâm-ı Rabbânî (k.s.) Hazretleri sünnet-i seniyyenin ehemmiyetine dair buyuruyor ki;

“Bu zamanda İslâm’a gariplik gelmiş,  Müslümanlar garip olmuşlardır. Zaman geçtikçe yeryüzünde, Allah diyen kimse kalmayıp, insanların şerlileri üzerine kıyamet kopuncaya kadar da Müslümanların gariplikleri artarak devam edecektir.

Saîd (dünya ve âhirette bahtiyar) kimse; unutulmuş olan sünnetlerden bir sünneti ihya eden ve bidatlerden bir bidati yok edendir. Peygamberimiz’den (s.a.v.) bu zamana kadar bin sene geçmiş olup bazı kıyamet alâmetleri görülmeye başlamıştır. Nübüvvet zamanından (Asr-ı Saâdet’ten) uzaklaşılması sebebiyle sünnetler gizlenmiş (unutulmuş), yalanın çoğalması sebebiyle de bidatler yayılmış olduğundan sünnete yardım etmeye ve bidatleri yok etmeye muktedir bir âlime ihtiyaç duyulmuştur.

Bidatleri yaymak dini tahrip ettiği gibi, bidat sahiplerine hürmet de İslâm dinini yıkmaya sebeptir. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Kim bidat sahiplerine hürmet ederse, muhakkak İslâm’ın yıkılmasına yardım etmiş olur.” buyurmuşlardır. O hâlde bütün himmet ve gayreti sarf ederek sünnetlerden bir sünneti yayıp, bidatlerden bir bidati ortadan kaldırmak için çalışmak lâzımdır.

Her zaman, hususiyle de İslâm’ın zayıf duruma düştüğü şu zamanda İslâm’a uygun yaşamak, sünneti yaymaya ve bidatleri yok etmeye bağlıdır. Geçmiş bazı âlimler bir kısım bidatleri güzel gördüler. Lâkin bu fakir, bu meselede onlara muvâfakat etmemekte, hiçbir bidatte güzellik görmemekte ve bidatlerde zulmet ve küdûretten (bulanıklıktan) başka bir şey hissetmemektedir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.), “Her bidat dalâlettir; sapıklıktır.” buyurmaktadır. İslâm’ın bu gariplik ve zayıflıktan selamet bulmasını sünnetleri işlemeye; İslâm’ın garip ve zayıf kalmasını da -hangi bidat olursa olsun- bidatleri yapmaya bağlı görüyorum. Bidati, İslâm binasını yıkan bir balyoz; sünneti de dalâlet karanlıklarında yol gösterici parlak bir yıldız gibi görüyorum. Allâhü Teâlâ, zamanın âlimlerini hiçbir bidate güzel dememeye, yapılmasına ve işlenmesine fetva vermemeye muvaffak eylesin…” Amin. (Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî, c. 2, m. 23)

EHL-İ SÜNNETİN ŞİÂRINDANDIR

İmâm-ı Rabbânî Kuddise Sirruh Hazretleri bir mektubunda şöyle buyurmuştur:

“İşittiğimize göre bu beldenin hatîbi, kurban bayramı hutbesinde Hulefâ-yı Râşidîn (Hazret-i Ebûbekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman ve Hazret-i Ali radıyallâhü anhüm) Efendilerimizin mübarek isimlerini zikretmeyi terk etmiş. Yine işittik ki orada hazır bulunan cemaat, kendisine itiraz edince hatasını kabul etmemiş ve unutmasından ve günah işlemesinden dolayı mazeret de beyan etmemiş. Bilakis onlara isyan ve inat ile karşılık vermiş. Hattâ demiş ki: ‘Hulefâ-yı Râşidîn’in isimleri zikredilmese ne lazım gelir ki?’

Yine işittik ki, bu beldenin ahalisi ve ileri gelenleri, bu hususta gevşek davranmışlar. Bu insafsız ve edepsiz hatîbe, şiddetli ve sert şekilde karşılık vermemişler. Bir kere değil binlerce kere âh olsun.

Hulefâ-yı Râşidîn’in isimlerini zikretmek, her ne kadar hutbenin şartlarından değilse de Ehl-i Sünnet ve Cemâat’in alâmet ve şiârındandır. Hazret-i Allah, Ehl-i Sünnet ve Cemâat erbabının gayretlerini kabul buyursun. Bu hususu bilerek ve inatla terk eden kimsenin kalbinde muhakkak bir hastalık vardır…” (Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî, c. 2, m. 15)